Bir süredir evimden sıkılıyorum. Fena halde hem de. Ne
yapsam neresinden başlasam değiştirmeye kararsız kalıyorum. Şu salonun
ortasında yıllardır duran ve artık deseni üzerine konulan bardaklardan kalan
izlere dönmüş sehpadan mı başlasam, koltuklardan mı, halıdan mı bilemiyorum.
Yoksa duvar kağıtlarıyla mı kaplasam evi tümden. Renklerinden bile sıkıldım.
Eşyalarıyla bağ kurabilen insanlardan olmadım hiçbir zaman.
“Koltuktaki şu söküğü köpeğim yapmıştı rahmetli, hey gidi Cango” diyip
duygulanamıyorum mesela. Yani tamam bir şeyler hatırlatıyor eşyalar sonuçta
bize doğru ama, ben anılarımı eşyalara gömmek niyetinde değilim. Hafızamda
saklıyorum anıları. Bir gün doğumunda, ya da ıslak toprak kokusunda
yeşerebilsinler istiyorum. Gerisi sadece eski ve kullanışsız eşyalar olarak
görünüyor gözüme. Tat vermiyorlar bana artık. Hem ne diyor Cicero, “tatsız bir
ev, ruhsuz bir beden gibidir.” Sanırım bedenimin yeni bir ruha ihtiyacı var
artık.
Evet evet, değiştireceğim evi baştan sona. Çalışma masamdan
başlayacağım işe. Sonuçta en çok onun tepesinde vakit geçiyorum. Ardından da koltuklar... Belki ortadakini atıp
yerine bir zigon sehpa da alırım,
hem daha kullanışlı. Küçük küçük, aydan aya değişikliklerle üç beş aya tümden
yenilerim gibi geliyor evi. Bakalım altından kalkabilecek miyim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder